Aristo Tokadı: 2026'ya Dersler...
Bir Yeni Yıl Oyunu Oynayalım.
Merhaba,
Kulübün işleyişinden bağımsız, bir haftaortası ya da bu durumda sene sonu maili yazmak istedim. Instagram’da herkes 2025’i görünürde birbirinden eğlenceli fotoğraf ve videolarla anarken 2025’in bir an önce bitmesini istediğimi düşündüm. Geçtiğimiz sene benim için eğer bir kelime ile tanımlanacak olsaydı bu kelime, STRES olurdu.
Çünkü geriye dönüp baktığımda, 2025’te yapmak istediğim hemen her şeyi yapmış olmama rağmen, stresin bir an bile dağılmadığını fark ediyorum. Senelerdir arzu ettiğim okulda öğrenci oldum, yaşamak istediğim şehre sevdiğim insanla taşındım, Londra koşullarında tatlı bir ev buldum, baharda İstanbul’da hayallerimin ötesinde bir içerik stüdyosu kurdum, okulda derece aldım, büyük bir sağlık problemi veya ailevi kriz yaşanmadı, herkesin keyfi yerinde, seyahat ettim, içeriklerim aktı ve dahası… Ama sor bana 2025 nasıldı diye, “Berbattı!!!” derdim.
Geleneksel Yeni Yıl Oyunu Vakti…
3 senedir Youtube kanalımda oynadığımız bir oyun var, Nietzsche’nin bengidönüş kavramından ilham almıştım.
Şöyle soruyordu Nietzsche:
Eğer hayatını, en küçük ayrıntısına kadar, başından sonuna kadar, aynı biçimde, sonsuz kez yeniden yaşayacak olsaydın buna neşeyle ve tereddütsüz bir “EVET!” diyebilir miydin?
Onun bu sorusu bir ahlak testi değildi, başarı ölçütü de değildi. Bu soru ile yaşanmışlığın kalitesine yönelik varoluşsal bir sınav ortaya koyuyordu.
Oyunu anlattığım videoyu izlemek için buraya tıkla!
Geçen seneyi yeniden yaşamak zorunda kalsaydım, üçüncüsünde muhtemelen kendimi camdan atardım… (Ama işe yaramazdı ve yine en baştan başlardı!😅) İyi de neden böyle oldu? Hayalini kurduğum neredeyse her şey fazlasıyla gerçekleşmiş olmasına rağmen bende bıraktığı his bu?
O yüzden senenin bu son gününde her zaman yaptığım gibi “Bir filozof bu durumda ne düşünürdü?” diye sordum. Odada aniden Aristoteles belirdi. (Tabii belirdi, şüpheniz mi var?) Sonrasında bana Antik filozofların “iyi hayat” dediği şeyle bizim bugün yaşadığımız hayat arasındaki kopukluğu hatırlattı.
Aristoteles’te iyi yaşam fikrinin merkezinde bugün neredeyse tamamen kaybettiğimiz bir kavram vardır, ergon. İnsanın işi, işlevi, kendine özgü etkinliği anlamına gelir. Bu açıdan iyi bir hayat, daha fazla şey yapmakla, daha hızlı ilerlemekle ya da daha çok sonuç üretmekle tanımlanmaz; insanın ne olduğu ile, ne yaparken “yerini bulduğu” ile tanımlanır.
Bu yüzden Aristoteles için mutluluk geçici bir duygu durum olmaktan ziyade zamana yayılan bir yaşama biçimi olarak karşımıza çıkar. Hayatın bir yönü vardır; bu yön de rastgele değil; insanın akla ve ölçüye dayalı varlık olmasından türeyen bir telos (amaç) tarafından belirlenir.
Bu çerçevede bizim kronik stres diye bahsettiğimiz şey neredeyse imkansızdır. Çünkü stres, yönünü kaybetmiş bir çabanın duygusudur.
Telos’u olan bir yaşamda insan, her an her şeyi başarmak zorunda değildir. Neyin yerinde, neyin zamansız, neyin aşırı olduğunu ayırt edebilecek bir ölçüye sahiptir. Aristoteles’in “orta” ya da “ölçülülük” dediği şey, tembellikle hırs arasında dengeyi tutturabilmenin ötesinde, insanın kendi formuna uygun düşen ritmini keşfetmesi ve onu yaşamasıdır. Nihayetinde hayat bir yarış değildir; bitiş çizgisi yoktur. Daha çok koşmak, daha çok biriktirmek ya da daha çok görünür olmak başlı başına bir değer taşımayacaktır.
İşte bu telos fikrini kaybettiğimiz anda, yaşamdaki yönümüzü değil; hızımızı referans almaya başlarız. Ne için yaşadığımızı bilmediğimizde nasıl yaşadığımızı ölçmeye takılırız. Performans, verimlilik ve süreklilik, telos olarak yönün yerini alır. Stres bu noktada olağan bir yan etki haline gelir.
Aristoteles’in dünyasında stres, yanlış yaşanan bir hayatın belirtisi olurdu. Bizim dünyamızda ise doğru yaşadığımızın kanıtı gibi sunuluyor. Herkes stresli, bunda şaşılacak ne var değil mi? (!)
Telos, bir slogan gibi “Hayat amacını bul!” demek değildir; daha somut bir şeydir. Yaşamın hangi etkinlikler içinde biçim kazandığı, hangi alışkanlıklar içinde karaktere dönüştüğü ve hangi ölçülerle “iyi” diye adlandırılabileceğidir. Bir açıdan içsel bir terapiden ya da bir şeyi hissetmekten çok, bir şeyi inşa etmektir.
Dolayısıyla stres dediğimiz hal, Aristoteles’in dilinde, ölçünün kaybı olarak görünürdü. Aşırılıkların sıradanlaşması, gerekli olanla gereksiz olanın yer değiştirmesi, önemli olanla acil olanın birbirine karışması…
Dahası, Aristoteles mutluluk yani eudaimonia’yı başarı ile karıştırmamamız için ısrar eder. Eudaimonia dışsal talihin iniş çıkışlarına kapılmayacak kadar bütünlüklü bir yaşam etkinliğidir; bir hayatın “iyi” olması, o hayatın sürekli parlak sonuçlar üretmesi demek değildir. Aksi takdirde benimki gibi uzaktan parlak ama içeriden stresli olabilir!
Peki Aristoteles bu tabloya bakıp bize ne önerirdi? Bence ilk önerisi yeniden-yapılanma olurdu. Yani yaşamı tekrar pratik aklın (phronesis) yönetimine sokmak. “Hangi yaşam düzeni, hangi etkinlik dağılımı, hangi ölçü anlayışı seni insani kılar?” sorusuyla başlayan bir yeniden düzenlemeye ihtiyacımız var.
Bunun ilk adımı da hedefleri değil, alışkanlıkları hedeflemek olmalıdır. Çünkü “2026’da şunu yapacağım” demek hepimiz için kolay fakat alışkanlıklarımız aynı kaldıkça aynı biçimde yaşıyoruz.
Bir diğer önerisi ise (kendisi söylüyor), “boş zaman”ı yeniden düşünmemiz gerektiği. Bugün boş zamanı çalışmanın karşıtı gibi algılıyoruz. İşe yaramayan, üretmeyen, “boşa giden” zaman… Oysa Aristoteles’te boş zaman, en ciddi insani zaman biçimidir. Çünkü sadece üretmek için değil; anlamak ve temaşa etmek için de varız.
Sonuç olarak yaşamlarımızda yalnızca araçsal etkinliklere kapatmayacak bir alan kurmamız gerekiyor. Benim hatam işte tam burada başladı. Aristoteles, hayatıma bakarak bunun insani bir yoksullaşma olduğunu söyledi. HAKLI!
Bir Öneri…
Yukarıda saydığım sebeplerden son dönemde zamanı “bloklamak” fikri benim için verimlilikten çok felsefi bir meseleye dönüştü. Akiflow adlı uygulamayı kullanmaya başlamamın sebebi de tam olarak bu, zamanı görünür, sınırlı ve bölünebilir hale getirmek. Yapılacaklar listesinin ötesinde günlük mimari kurmamı sağlıyor.
Önce kafanda dönen her şeyi gelen kutusuna aktarıyorsun, sonra kategorize ediyorsun ve sonunda her bir görevi gün içindeki zaman bloklarına sürüklüyorsun. Böylece sadece “Salı günü saat 13.00’te çalışacağım” demiyorsun. Gerçekten neyin üzerinde çalışacağını ve en önemlisi ne zaman duracağını biliyorsun.
Herkese içtenlikle iyi bir sene diliyorum. 31 Aralık akşamınız neşe dolu olsun!
O halde pazartesi bülteninde görüşmek üzere.
Sevgiler,
Dilara





