Kitap İnceleme: Böyle Buyurdu Zerdüşt
Friedrich Nietzsche...
Merhaba,
Kulübümüzün altıncı kitabı olan Friedrich Nietzsche’den Böyle Buyurdu Zerdüşt okumalarınız umarım keyifli geçiyordur. Bu sayıda, kitapta benim altını çizdiğim, online buluşmada üzerine tartışmak istediğim noktaları sizinle paylaşmak istiyorum.
🙌🏻 24 Şubat Pazartesi günü saat 21:00’de kitaba dair online toplantı gerçekleştireceğiz. Bu toplantıda Youtube’daki gibi genel anlatım yapmayacağım; doğrudan herkesin kitabı önüne açmasını isteyerek bazı bölümlere odaklanacağız. Bu canlı oturuma katılabilmek için ücretli üye olmanız gerekiyor. Aşağıdaki sekme aracılığıyla üyeliğinizi yükseltebilirsiniz. Böylelikle tüm eski yazılara, online buluşmaların video kayıtlarına ve üyelere özel sohbet odasına erişebilirsiniz.
Kitabın İlk İki Bölümü Aslında Ne Anlatıyor?
Kitabı okumayı bitiremeyenler veya nasıl yorumlaması gerektiğini bilmeyenler için farklı sayfalardan aldığım alıntıları art arda koyarak genel bir resim yaratmak istiyorum. Unutmadan daha önce Nietzsche için hazırladığım kapsamlı videonun linkini yeniden aşağıya ekliyorum:
Hazırsanız kitabın ilk bölümüne dair küratöryel derlemem başlıyor👇🏻
“Bir zamanlar Zerdüşt de insan ötesinin hayallerine kapılmıştı, tüm öte dünyacılar gibi. O zaman dünya acı çeken ve işkence gören bir tanrının eseriymiş gibi görünüyordu bana.
Uyanmış bilen kişi der ki: Bütünüyle bedenim ben, başka hiçbir şey değilim onun dışında; ruh da bedendeki bir şeye verilen addır sadece. (…) Senin küçük aklın da bedenin aletidir. Düşüncelerinin ve duygularının ardında güçlü bir buyurgan, bilinmeyen bir bilge vardır kardeşim — benlik denir ona. Senin bedeninde yaşar o, senin bedenindir o. Bedeninde senin en büyük bilgeliğinden daha çok akıl vardır. Kim bilebilir ki, en büyük bilgeliğin niçin gerektiği bedenine?
Sağlıklı bedenin sesini dinlemeyi yeğleyin; daha dürüst ve daha duru bir sestir bu. Sağlıklı beden daha dürüst ve daha duru konuşur kusursuzu ve dimdik olanı ve yeryüzünün anlamından söz eder.
Benim yaşamla aram iyidir, bana bile kelebekler, sabun köpükleri ve kimlerse onlara karşılık düşen insanlar, mutluluktan en iyi anlayanlar gibi görünüyor. Bu hafif, budala, narin küçük canların kanat çırptığını görmek — Zerdüşt’ü ağlamaya ve şarkı söylemeye itiyor bu. İnanacak olsaydım, dans etmesini bilen bir tanrıya inanırdım.
Öfkeyle değil; gülmeyle öldürür insan.
Yürümeyi öğrendiğimden beri koşuyorum, uçmayı öğrendiğimden beri kimse itmeden havalanıoyrum. Hafifim şimdi, kendimle baş başa görüyorum kendimi, şimdi bir tanrı dans ediyor bende.
Yeryüzüne sadık kalın, kardeşlerim, erdeminizin gücüyle! Sizin armağan eden sevginiz ve bilginiz hizmet etsin yeryüzünün anlamına! Rica ediyorum sizden, yalvarıyorum size.
İzin vermeyin sevginizin ve bilginizin yeryüzüne ait olandan kaçmasına ve kanatlarıyla sonsuz duvarlara çarpmasına! Ah, daima vardır böyle uçup giden erdemler!
Uçup giden erdemi yeryüzüne geri döndürün, benim yaptığım gibi - evet geri döndürün bedene ve yaşama: yeryüzüne anlamını versin diye, bir insan anlamı versin diye!
Sadece binlerce yılın aklı değil, çılgınlığı da patlak verdi üstümüzde. Tehlikelidir mirasçı olmak.
Hâlâ savaşıyoruz adım adım, rastlantı denilen devle; ve şimdiye dek tüm insanlığa hükmetti anlamsızlık, anlamı olmayan.
Tininiz ve erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin, kardeşlerim: ve tüm şeylerin değerini siz belirleyin yeni baştan! Bu yüzden savaşanlar olmalısınız! Bu yüzden yaratanlar olmalısınız!”
Farklı sayfalardan aldığım bu alıntılar, geçen hafta ilettiğim mail bültende anlattığım tinin dönüşümü metaforlarından sonra kalan kitabın birinci bölümünü özetler nitelikte:
Öte dünyaya karşı Yeryüzünün anlamı
Akla karşı Beden
Nihilist pesimizme karşı Coşku
Aşkın Tanrıya karşı Tanrılaşmış yani kendi anlam ve değerlerini yaratan Üstinsan.
Zerdüşt, "Dünya acı çeken ve işkence gören bir tanrının eseriymiş gibi görünüyordu bana.." derken, başlangıçta onun da öte dünyalara inandığını ve tıpkı diğer insanlar gibi varoluşu acının, çilenin ve bir tür ilahi adaletin sonucu olarak gördüğünü anlatır. Bu ifade özellikle Hristiyanlık ve diğer çileci dünya görüşlerine bir göndermedir. Hristiyanlık, Tanrı’nın acı çekmesini ve çilenin kutsanmasını merkeze alan bir inanç sistemidir. İsa’nın çarmıha gerilmesi, insanın günahları için çekilen acıyı temsil eder ve bu, dünyayı bir tür kefaret ve ıstırap alanı olarak görme anlayışıyla birleşir. Bu yüzden hepimiz doğduğumuz anda bir açıdan günahkarızdır.
Bu bakış açısına göre dünya, insanın sınandığı ve ödülünü ancak öte dünyada alabileceği bir mekandır. Fakat Zerdüşt, onun deyimi ile, zamanla uyanmış ve bunun bir yanılsama olduğunu fark etmiştir.
Nietzsche’ye göre bu çileci dünya görüşü, insanın yaşamla bağını koparır ve ona karşı bir nefret geliştirmesine neden olur. Bu, Hristiyan köle ahlakının temelidir. Artık dünyanın bir çile alanı değil, tam tersine kutlanması ve kucaklanması gereken bir varlık alanı olduğunu fark eder.
Neden ve Nasıl?
Nietzsche’nin çağı, Aydınlanma sonrası bilimsel gelişmelerin yaşandığı, geleneksel anlatıların hızla değiştiği bir çağdı. Materyalist anlatılar hızla yükseliyordu. Kopernik, Darwin ve modern bilim, evrenin insan merkezli olmadığını göstermişti. Artık evrenin bir amacı olduğu fikri geçerli değildi. Kant ve diğer Aydınlanma filozofları ise Tanrı’nın (varsa bile) bilinebilir olmadığını ve metafizik inançların spekülasyon olduğunu, bu yüzden felsefi sorgulamanın dışında bırakılması gerektiğini ortaya koymuştu. Nietzsche’ye göre bu gelişmeler, Tanrı’nın yalnızca bir insan yaratımı olduğunu ve onun ölümüyle yeni bir anlam sisteminin kurulması gerektiğini gösteriyordu.
Bir Tanrı Nasıl Ölebilir?
"Tanrı’yı biz öldürdük! Bizler, hepimiz onun katilleriyiz!"
Nietzsche’nin bu ünlü ifadesi, genellikle din felsefesinde karşılaştığımız türde Tanrı’nın varlığını inkar eden, metafizik bir argüman değildir. Nietzsche burada Batı uygarlığının temelini oluşturan dini ve metafizik sistemlerin çöküşünü ama daha da önemlisi, bunun insanlık üzerindeki etkilerini anlatır. Tanrı’nın ontolojik mahiyetinden ziyade, tanrının temsil ettiği değerlerin değişimi ve gözden düşüşünü izler.

