Dikkat, cömertliğin en nadide biçimidir.
Bir Öneri📌
Merhaba!
Hafta arası, kulüp programına ek bir sayı ile geldim. Bu sayıda düşünmeye değer bir konu ve bir öneri bırakıyorum.
“Dikkat, cömertliğin en nadide ve saf biçimidir.”
—Simone Weil
Simone Weil için dikkat, zihinsel performanstan çok daha fazlasıdır; o, dikkati manevi bir eylem biçimi olarak görür. Nitekim bir şeye dikkatini vermek onu kendi arzularımız, önyargılarımız ve beklentilerimiz olmadan görmeye çalışmak demektir. Yani benliğin geri çekilmesi, “ego’nun sessizleşmesi”dir.
Bu yüzden birine ya da bir şeye gerçekten dikkat vermek başlı başına etik bir eylemdir; çünkü o anda zamanımızı, zihnimizi ve duygusal enerjimizi sunarız. Birini gerçekten dinlemek, bir kitaba kendini kaptırmak ya da bir manzaraya fotoğraf çekmeden bakmak… birer dikkat cömertliğidir. Mesela şu anda bu satırları okurken bana verdiğin dikkatin de cömertlik eylemi olması gibi.
Dikkati bir spot ışığı gibi düşünebiliriz. Arka planda her zaman bir gürültü vardır, haberler, bildirimler, küçük endişeler… Ama o anda dikkatin ışığını neye tutarsan, senin için gerçek olan o olmaya başlar. Meditasyon pratikleri bu spot ışığı metaforunu kullanır.
Bu mesele benim için epey önem kazandı son zamanlarda. Dikkatimi çalan, beni şimdi ve buradalıktan uzaklaştıran her şeyi düşman beller oldum. Ya da dikkatimi talep eden, akabinde büyük bir cömertlikle zamanımı savurduğum herhangi bir şeyin dikkate değer olmadığını farkettiğimde ise yeterince iyi seçici geçirgen olamadığım için kendi kendime söylenmeye başladım.
1971’de Herbert A. Simon, dikkat ekonomisi kavramını ortaya attı. Simon, bilgi bolluğunun olduğu bir dünyada, kıt olan şeyin artık bilgi değil, dikkat olduğunu söyler. Yani, bilgi arttıkça dikkat azalır. Bugün her markanın, platformun ve içerik üreticisinin amacı, senin bu sınırlı dikkatin için rekabet etmektir.
Dikkat ekonomisi zihinsel özerkliği tehdit eder. Sürekli bildirimlerle bölünmüş bir dikkat, düşünme kapasitemizi, sabrımızı, hatta ahlaki muhakememizi zayıflatır. Çünkü uzun süreli dikkat, yani Simone Weil’in dediği anlamda etik bir yönelim olarak dikkat, artık piyasa tarafından kolonize edilmiştir.
O yüzden ben günlük veya haftalık program yaparken sorumu revize ettim, “Bugün neler yapacağım” yerine “Bugün neler benim için dikkate değer olacak?” “Hangi meseleler veya ilişkileri dikkatin spot ışığı altında göreceğim?”
Şimdi bu satırları okurken durup şunu düşünmeni, hatta belki ufak notlar almanı istiyorum:
Son zamanlarda sen nelere dikkat ediyorsun?
Dikkatinin spot ışığı altında neler var, neleri var ediyorsun?
Bir Öneri…
Dikkatimi yönetmek — yani neyin ona layık olduğunu seçmek — hayatımdaki en önemli pratiklerden biri haline geldi. Bu yüzden sana uzun zamandır kullandığım bir uygulamadan Akiflow’dan bahsetmek istiyorum.
Akiflow, yapılacaklar listeni ve takvimini tek, akıcı bir sistemde birleştiren bir planlama uygulaması. Önce kafanda dönen her şeyi gelen kutusuna aktarıyorsun, sonra kategorize ediyorsun ve sonunda her bir görevi gün içindeki zaman bloklarına sürüklüyorsun. Böylece sadece “Salı günü saat 13.00’te çalışacağım” demiyorsun. Gerçekten neyin üzerinde çalışacağını da biliyorsun.
Üstelik yeni yapay zekâ özelliğiyle, “kameraya lens al” gibi bir not eklediğinde uygulama bunun hangi projeye ait olduğunu otomatik olarak algılıyor ve doğru yere yerleştiriyor. Böylelikle dikkate değer olan diğer işlere daha fazla zaman ve enerji kalıyor.
Ben Akiflow’u, onlar beni bulmadan önce, 2024’te kullanmaya başlayarak paylaşmıştım. Sonrasında iletişim kurduk. Dolayısıyla içtenlikle tavsiye ederim. Denemek isterseniz PELIN koduyla %70 indirimden faydalanabilirsiniz.
O halde pazartesi bülteninde görüşmek üzere.
Sevgiler,
Dilara





Gerçekten güzel bir noktaya değinmişsin. Bu tür konular insanlara her zaman ilginç gelir çünkü kendi deneyimlerinden bir parça bulurlar — dikkat, motivasyon, farkındalık… hepsi tanıdık. Ama özünde bu yaklaşımlar hep yüzeyde kalıyor.
İnsanı yöneten mekanizma, birkaç alışkanlık değişikliğiyle ya da birkaç pratikle evrilecek kadar basit değil.
Biz milyonlarca yıl boyunca hayatta kalmak için optimize edilmiş bir sistemin içinde yaşıyoruz; bu sistemin amacı farkındalık değil, enerji tasarrufu.
Yani insan, doğası gereği kısa vadede motive olur, ama uzun vadede her zaman konfor alanına geri döner.
Bu yüzden binlerce metodoloji, terapi biçimi, farkındalık pratiği var ama kalıcı dönüşüm hâlâ yok.
Çünkü hiçbiri mekanizmanın kendisini görmüyor — hepsi sistemin içinde çözüm arıyor.
Oysa çözüm, sistemi onarmakta değil, sistemi anlamakta.
Artık insanın “2.0 farkındalığına” ulaşması, yani kendi işleyişini bir mekanizma olarak görebilmesi ve oradan 2.1 bilincine geçmesi gerekiyor.
Aksi halde, ne kadar yöntem denersek deneyelim, hep aynı döngüye döneceğiz:
düşünmek, denemek, yorulmak, vazgeçmek.
Gerçek devrim, yeni bir teknik bulmakta değil — mekanizmayı bütünüyle görmekte.